BİZANS DÖNEMİ’NDE YEDİKULE HİSARI
Günümüzde Yedikule olarak adlandırdığımız bölge Bizans Dönemi’nde “Heptaburgon” olarak geçer. Yedikule Hisarı’nın temelleri ilk kez Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’nde atılmıştır. II. Teodoios (408-450) günümüzde büyük bir çoğunluğu mevcut olan surları inşa ettirmiştir. Bizans Dönemi’nde artan saldırılarla birlikte surlar, eklene eklene bir kademe, ikinci bir kademe onun da önünde bir hendek olmak üzere 3 kademeli bir savunma mimarisi oluşturmuştur. Amaç her ne kadar saldırıları önlemek olsa da, Yedikule olarak adlandırdığımız bölgenin sınırları da bu sur inşası ile belirlenmiştir.
Zamanla bu surlara görkemli kapılar da eklenmiştir. Bu kapılardan en meşhuru da bir zafer takı olan Altın Kapı’dır. Kosntantinopolis’in ana caddesi olan Mese Yolu bugün Sultanahmet Meydanı’ndan başlayıp Esekapı civarında ikiye ayrılıyordu. Ayrılan bu yol tören yoluydu ve Trakya’dan gelen şehirlerarası bir yol olan Via Egnatia yolu ile birleşiyordu. Bu iki önemli yolun birleştiği noktada ise Altın Kapı, yani dönemindeki ismi ile Porta Auera yer alıyordu. Aynı zamanda Bizans imparatorları hem taç giyme törenlerini burada düzenliyor, hem de seferlerden sonra zafer ile döndüklerinde burada törenler düzenliyorlardı.
Yedikule’nin efsanevi olaylarla dolu tarihi Bizans Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Zaten Yedikule’nin böylesine meşhur ve ilgi çekici olmasının sebebi içinde barındırdığı gizem ve nesiller boyu aktarılan, hikâyelere abartılarak konu olan efsaneleridir. Şehre yayılan efsanelerin ve söylentilerin birçoğunun sebebi günümüze orijinal haliyle ulaşamamış olan Mermer Kule’den kaynaklanmaktadır. Theodosius Surları’nın hemen bitişiğine inşa edilen ve dört katlı olduğu bilinen bu kule, Bizans Dönemi’nde idam kulesi ve hapishane olarak kullanılmıştır.
Yedikule’nin en ilgi çekici efsanelerinden birini ise meşhur Seyyah Reinhold Lubenau bize aktarmaktadır. 16. yüzyılda Osmanlı topraklarını ziyarete gelen Seyyah Lubenau, İmparator Emanuel’in şimdiki Yedikule’nin olduğu yere bir sahil sarayı yaptırdığını söyler. Seyyah, bu bilgiye Itinerarium adlı el yazmasından ulaşmıştır.
İmparator Emanuel, rivayet edilene göre söz konusu olan bu sahil sarayının duvarlarını ve sütunlarını altın ve gümüşle kaplatmış, incilerle ve değerli taşlarla süslemiştir. Sarayın iç odalarından birini tamamen altından yaptırmış, duvarlarını mücevherlerle kaplatmıştır. Öyle ki bu odada gece karanlığında dahi ışık yakmaya gerek kalmazmış. Oda mücevherlerden dolayı hep ışıl ışıl olurmuş.
İmparator bir de bu saraya taç odası yaptırmış. Lubenau’nun seyahatnamesinde yazdığına göre imparator bu odanın içine mücevherlerle bezeli bir taç koymuş. Bu tacın üstündeki mücevherler yeryüzündeki hiçbir hükümdarın hazinesinde bulunmayan değerli taşlardan yapılmış.
Bir zamanlar Konstantinopolis sokaklarında Yedikule ile ilgili dolaşan efsaneler öylesine geniş yankı bulmuş ki, bu merak uyandıran hadiselerin seyyah ve gezginlerin defterlerinde yer alması hiç de fazla zaman almamış. Seyyahlar sayesinde dilden dile, şehirden şehire dolaşan efsaneler asırları da aşarak günümüze dek ulaşmış.
İmparatorların dillere destan mücevherleri, değerli madenlerle kaplı odaları gizemini hala koruyor. Çıkan İstanbul yangın ve depremlerinde yıkılmış olma ihtimali bulunan sahil sarayının izlerine rastlamak maalesef mümkün değil. Rivayetlere göre yapılmış olma ihtimali konuşulan sahil sarayı, içindeki efsaneleri de sırlı odalarına kapatarak, tarihin gizemli sayfasında yerini almış görünüyor.